Tecrübe Paylaşımına Turgay Aldemir Konuk Oldu

Anadolu Esnaf Sanayici ve İşadamları Derneği (ANESİAD) Gaziantep Şubesinin düzenlediği “Tecrübe Paylaşımı” programına Anadolu Platformu İcra Kurulu Başkanı Turgay Aldemir konuk oldu.

Daha önce Gaziantep’in önde gelen sanayicilerinden, MÜSİAD eski başkanı işadamı Enver Mıhçıoğlu ve Ziylan Grup Başkanı Ahmet Ziylan’ın konuk olduğu tecrübe paylaşımı programına Anadolu Platformu İcra Kurulu Başkanı Turgay Aldemir konuk oldu. 22 Kasım Çarşamba ANESİAD Gaziantep Şubesinde yapılan programa ANESİAD Gaziantep Şube Başkanı Yunus Atilla Hamallar, yönetim kurulu üyeleri, üyeler ve davetliler katıldı.

Konuşmasında İslam dünyasında yaşanan bunalımların nedenlerini irdeleyen Aldemir, konuşmasını şöyle sürdürdü;

Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar

“Kaç yüz yıldır derin bir düşüş yaşadık. Anadolu’da bir tabir vardır yiğit düştüğü yerden kalkar diye. Aslında içinden geçtiğimiz şu günler buna tanıklık etmekte. Ölmek için doğmuş biri iken küçük çabalarla tüm vücut azaları tamam olan insanlar için nasıl umut olduğunu gördük. Aslında eğitim böyle bir şey, yardımlaşmak böyle bir şey. İnsanı insan yapan onun eli ayağı değildir. Biz eli ayağı olmadığı halde yarı felçli insanların neler yaptığına şahidiz. İşte Filistin’de İsrail hapishanelerinde iyi bir sporcu olduğu halde felç yaşamış Şeyh Ahmet Yasin. Yasin HAMAS’ı kurmuş ve İsrail’i dize getirmiştir. Mesela Güney Afrika’da Ahmet Diyadat vardı, rahmetlik oldu. Yıllar öce kendisini ziyaret etmiştim Güney Afrika’da. Çok güzel davet çalışmaları yürütüyordu, tartışmalarda hep galip geliyor. Sonra onu zehirliyorlar. Zehirlenmişti sadece göz işaretleriyle doğru veya yanlış diyebiliyordu. O haliyle çalışmalarını yürütüyordu, düşüncelerini anlatıyordu. Dünyada bu tür örnekler çok. Her şey insanın zihninde, gönlünde, yüreğinde olup bitiyor.

En Büyük Yenilgi Tarihte Uğratılan Yenilgidir

Bizim uzunca bir süredir hafızamızda yenilgi travması bizi öyle bir noktaya getirdi ki bizden adam olmaz, bizden adam çıkmaz diye düşünüyoruz. Bir dönmem dünyada insanlığın başkenti olan bu coğrafyanın insanlarını maalesef köleleştirmişlerdi. Tarihçiler der ki en büyük yenilgi tarihte uğratılan yenilgidir. Bizi bugün yendikleri gibi tarihte de yenmişler. Gitmişler o tarihi arka planda ne kadar değerimiz, ne kadar eserimiz, ne kadar medeniyet adına ortaya koyduğumuz varsa bunların hepsini talan etmiş, yıkmış, yakmış ve kalanlarında adını değiştirmişler. İşte Bağdat’ın vaktiyle kütüphanelerindeki kitapların fihristinin yüzlerce cilde ulaştığı 500, 600 bin ciltlik kütüphaneler vardı. Bugün maveraünnehir dediğimiz o Türkî cumhuriyetlerin olduğu bölgede farklılıkları yaşatan en büyük medeniyetleri kurmuşuz. Endülüs’te, Gırnata’da insanlık tarihinin şu gün bile ulaşamadığı farklılığı ve medeniyeti kurarken de coğrafyayla, toprakla, tarihle, oradaki yaşanmış gençlikle, yaşanmış geçmişle barışık medeniyetler kurmuşuz. Ki bunun en yakın örnekleri Kudüs’te yaşanmıştı Hz. Ömer’le beraber. Hiç kimsenin diline, dinine, yaşam tarzına dokunulmamıştı.

İlmin Değer Görmemesi Üretimin Tüketime Dönüşmesi Sağladı

Yüz yıl öncesine kadar Anadolu’da böyleydi. Hatta çok uzağa gitmeyin bu şehir de öyleydi. Tarihçilerin verilerine göre Gaziantep’in %43’ü gayri müslim idi. Kilisesi, havrası ayaktaydı. Camilerinden ezanları okunuyor ve her yerde Yahudi mahallesinde dahi İslam’ın adaleti tercih edilir durumdaydı. Çarşıda, pazarda bir dükkân Yahudi, Hıristiyan, öbürü Süryani, öbürü Müslüman idi. Değerli kardeşlerim biz neden bu duruma düştük? Bunun izini sürmeden, yitirdiğimizi bilmeden, öğrenmeden, kaybettiğimizi tanımlamadan, kazancımızı anlamlandıramayız. Onun için biz tarihte bu geri çekilmenin, bu istilanın, bu sürgünün nedenlerini incelediğimizde en temeline indiğimizde ilmin, irfanın değer görmemesinde, ikincisi de ticaretin, üretimin tüketime dönüşmesinde görüyoruz. Osmanlının son 300 yıllık sürecini incelediğimizde ilim ehlinin, ilmin toplumdan çekilmesinin yanında üretimin, ticaretin de peşinden geldiğini görüyoruz. İhtiyaçlarla çarşıda, pazarda üretilenin karşılanamadığını ve başka yerlerden ithalatın başladığını görüyoruz. Oysa önceleri her yere biz gönderiyorduk. Fatih İstanbul’u feth etmeden önce dünyadaki tüm bilginlerini, bilgilerini her şeyi İstanbul’da topluyor. Fetihten sonrası da dünyanın ilk üniversitedir o fatih medresesi külliyesinin olduğu yer. Bir planlaması, bir tasavvuru vardır. O yıllarda İslam dünyasının dünyanın neresinde bir eser çıksa tartışmasız o İslam dünyasına gelirdi. Hepsinin hakkı verilirdi. Ondan sonra da elbette ki üretim, ustalar, İstanbul’u feth eden topları döken ustalardı. Çünkü emek değer buluyordu. İşçi alın teri kurumadan, dinine, diline, meşrebine bakılmaksızın hemen ücretini alınıyordu. Şu gün olmuş Fatih Külliyesinin, Süleymaniye Külliyesinin inşaatında çalışan işçilerin yevmiyelerinin günlükleri korunmaktadır. Örneğin Süleymaniye Külliyesinde çalışan işçilerin yarıdan fazlası gayri müslimdir. Temelini kazanlar Ermenilerdir, emeklerinin karşılığını almışlardır. Çarşıda bu Müslüman, bu gayri müslim denmemiş sadece işinin ehli gözetilmiştir. Bu işini doğru yapan herkesi bu topraklarda yurt tutmaya vatan tutmaya itmiştir.

Her İthalat Bir Yaşam Tarzını Beraberinde Getirir

Ama ne zamanki ticarette, üretimden, içinde yaşadığımız toplumun ihtiyaçlarını artık tüccarımız ve ilmiye sınıfımız karşılayamaz hale gelince oradan buradan farklı kültürlerin ürettiklerinden ithal etmeye başladık. Her ithalat bir yaşam tarzını bir kültürü beraberinde getirdi. Sonrasında ticaretin de zayıflamasıyla üçüncü ayak askeri olarak artık giderlerimizi finanse edemez hale geldik. Ürettiğimizden çok ithal ediyorduk. Bir zamanlar dünyaya biz gönderirken. Oysa ipek yolu bu coğrafyanın içinden geçer ve dünyaya en fazla buradan değer taşınırdı. Askeri yapının çökmesiyle beraber zaten siyasi yapı otomatik olarak parçalanmış ve Osmanlının darmaduman oluşunu acı bir şekilde gördük. Bu geri kalmışlığımızın Mısır’ın işgaliyle beraber artık ayyuka çıktığı siyasi birliğimizin, iktisadi birliğimizin, özgürlüklerimiz kaybetmişiz. Bununla beraber o gün bu gün sürgünden sürgüne, talandan talana yol alıyoruz. İSEDAK toplantısında Sayın Cumhurbaşkanın çok manidar bir konuşması vardı. Bunlar bizden çaldıklarıyla kendi ülkelerinde bir yaşam tarzı, sözüm ona uygarlıklar kurdular. Her taşında bu coğrafyanın, Afrika’nın, Asya’nın kanı vardır, canı vardır, gözyaşı vardır. Yıllar önce Senegal’de Durban limanında köle ticaretini yapıldığı yere gitmiştim. O limandan insanları gemilere bindirmişler Avrupa’ya taşımışlardı yüz yıllarca. Orda istatistikler vardı. Avrupa’ya ulaşanlar yola çıkanların üçte biriydi. Birçoğu yolda katledilmiş, birbirlerinin etini yemek zorunda bırakılmışlardı. Okyanuslarda o gün bu gün insanımızı, gençlerimizi, Aylan bebek gibi evlatlarımızı kaybetmeye devam ediyoruz. Neden? Yeniden bu toprakların ilmin, irfanın üretimin, ticaretin o dürüst, adil, ürettiğini sadece kendi mülkü olarak görmeyen onunla insanlığın ayağa kalkmasını, bir felsefe edinmiş ve bunu koruyacak askeri gücü, siyasi gücü buluşturamadığımız için her gün çocuklarımız modern köle tüccarları tarafından batıya taşınmakta. Gidemeyenler de burada ruhları köleleştirilmekte. Onlarda burada onlara hizmet etmekte” dedi.

Konuşmanın ardından soru cevap kısmında katılımcılardan gelen sorular yanıtlandı. Ardından hatır fotoğrafı çekilmesiyle program sona erdi.