Geleneksel ANESİAD İftarı İstanbul'da Yapıldı

Her yıl geleneksel olarak düzenlenen ANESİAD İftar Programı İstanbul'da yapıldı.

Her yıl geleneksel olarak yapılan ANESİAD iftarı, bu yıl İBB Florya Sosyal Tesislerinde, üyelerin ve çeşitli STK temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirildi. Programda ANESİAD Genel Başkan Vekili Yunus Aksu, Araştırmacı Yazar Ramazan Kayan ve ANESİAD Genel Başkanı Niyazi Dilek konuşma yaptılar. 

 

Genel Başkan Vekili Yunus Aksu yaptığı konuşmada;

"Amerika’da bir iktisat hocası iktisat dersine girer der ki: Çocuklar size bir yıl boyunca iktisat teorilerini kuramlarını anlatacağım fakat anlatmadan önce şunları iyi bilin der. Yaptığınız ticaret 100 milyon dolara kadar yaptığınız iş ticarettir. Yüz milyondan bir milyara kadar olanı ise siyasettir. Bir milyardan sonrası savaştır. Dolayısıyla bu bir yıllık iktisat teorilerini bu anlamda anlayın der. Bizlerin de şu anda çok yakından hissettiğmizi umuyorum ve anlıyorum ki iyi bir iktisat, ekonomi savaşının içerisindeyiz. Bu tür savaşlarda kasırgalar elbetteki yüksekten eser. Daha doğrusu rüzgarın şiddetini hissetmek cesaretimizle büyüklüğümüzle orantılıdır. Küçük ebatlar rüzgarı hissetmez. Belki de öyle olmak gerek. Fakat devletler arasında dünyada büyük bir savaş var ve bu savaş şuanda en güçlü cereyan ettiği yer iktisat.

Tüm bunlar olup biterken son günlerde dövizin, doların bu kadar yükselmesi ve bunun üzerinde oynan oyunları en alt iktisat derslerinin bile anlayabileceği konuyu gazetelerinin köşelerine yalından baktığınızda bunların hiç de böyle anlaşılmadığnı görüyoruz. Yani bu kadar aydınımız, bu konuyu nasıl sadece iktisat teorisiyle, merkez bankasının özgür bırakılmasıyla vesairle nasıl izah edilebileciğini anlamakta zorlanıyosunuz. Bu, aklıma merhum Ali Şeriati’nin “Yarının Tarihine Bakış” risalesine aklıma getiriyor. Ali Şeriati orada şunu anlatmaya çalılşıyor. Aydınların anlama kabiliyetini aydınların kutsallarını ve din anlayışını tarif etmeye çalılıyor. Toplumları bir piramite benzetirsek, piramitin tepesinde her yüzyılda, her dönemde bir kaç taneyi geçmeyen dahiler vardır. Onlar geleceğe dair şeyler söyler. Dahilerin hemen altında aydınlar vardır. Yani akademisyenler. Daha aşağı doğru indikçe halk kitleleri vardır. Dahilerin en büyük azılı düşmanları aydınlardır. Çünkü halkın zaten dahilerle işi olmaz. Pek irtibatı da olmaz. Anlayamazlar. Anlayamadığı için çok da ilgilenmez. Onları anlamayan, yarım anlayan aydınlar vardır. En büyük tepkiyi aydınlar verir. Der ki: Bu piramiti Ortaçağ Avrupası’na oturtsaydık tepede Galileo Newton’lar var. Altında ise o günün aydınlanma ordusu olan kilise vardır. Diğer tabirle din adamları vardır. En büyük düşmanlığı da bunlar yapar.

Bir şey daha söyler der ki: Bu huniyi, bir yüz yıl sonrasına oturttuğumuzda tepedeki dahiler yine değişmiştir. Onların en büyük düşmanı yine aydınlardır fakat ikinci evredeki aydınlar daha önceki dahilerinin dinine girmişlerdir. Yani anlama kabiliyetleri 50 - 100 sene geriden gittiği için ancak 100 sene sonra anlamışlardır ve onu bir din gibi kutsal gibi sahiplenmişlerdir. Peki bu anlayışa nerden vardınız derseniz. Bir birini çok zıttı ve yakınında olan 3-5 gazteyi hergün kendimce takip etmeye çalışıyorum. Bu son günlerdeki dövizdeki değişimleri aynen şöyle yaklaşıyor. Bize çok yakın gördüğümüz insanlar diyor ki: Niye siz merkez bankasının özgürlüğüyle uğraşıyosunuz? Niye siz iktisat teorilerine uymuyor sunuz? Dünyadaki serbest ekonminin kurallarına uymuyrosunuz. Aslına uymuş olsanız, aslında bunlar olmayacaktı. Yani her tarihte tarihi değiştiren insanlar hiç bir zaman normal insanlar değildir. Yani kutsallarına o anlamda parantez içinde aşabilen, sorgulayabilen ve tarihi kendince yeniden okuyabilen insanlar tarihi değiştirebilir. Ama hiç bir zaman okumuş, yazmış hele de böylesine aydın okuma yazması parntezinde ki insanların geçmiş yüz yılın dahileri dilinde oldukları için bunları anlayamdıklarını zannediyorum ve şunu görüyoruz. Tekrar bir takım uzlaşmalarla veya sürtüşmelerle normalleşmeyi hissedip aynen bunu yapmaya başladılar. Bak biz dememiş miydik? Eğer bizim dediklerimizi yapmış olsaydınız, yani bunlarla kavgaya girmeseydeniz yani sizin kavgaya girdiğiniz karşı karşıya girdiğiniz insanlar kim? Bunların yenileceğini, bunlarla savaşabileceğinizi düşünebiliyor musunuz? Asla! Öyleyse niye karıştırıyosunuz? Rahatınızı bozuyorsunuz. Bunlarla uyumlu çalışmıyor  sunuz? Bak şimdi gördünüz mü? Bizim dediğimizi yapmış olsaydınız bunlar olmayacaktı. Oysa onlar yapılırken normal insanlar bunları yapmaya çalışırken paçasından kolundan tutuyorsun. Yapmaması için tüm dünyayı ayağı kaldırıyorsun. Ondan sonra niye yaptın diye geri vitesle sorgulamaya başlıyorsun.

Ali Şeriati’nin dediği gibi, evet bizim aydınlarımız 100 sene önceki batı aklının ürettiği dahilerin dininde olduğu için diye düşünüyor ve zannediyorum. Dolayısıyla yeniden iktisat teorilerinin ekonomi dinamiklerinin ve kendi doğrularımızı yeniden üretemediğimiz takdirde mevcut düzenin bir parçası olmaktan kurtulamayacağımızı düşünüyorum. Yani sistemi değiştirmek, sisteme itiraz anlamında ilişkiler geliştirmek, değşiklikler yapmak, dayanışma imakanları olulşturmak bir gereklilikten öte tam bir sorumluluktur. Dolyısıyla bu iftar saatinin berekti ile ANESİAD üyelerinin mevcut düzene itiraz edebilmesi, mevcut aydınların kutsallarının dışına çıkabilmesi için çok güçlü, yeni, yenilikçi iş birlikleri geliştirmesine gerek var diye düşünüyor hepinzi saygı ve sevgiyle selamlıyorum." diyerek sözlerine son verdi.

Ardından kürsüye gelen Ramazan Kayan şunları kaydetti;          

     "ANESİAD’lı dostlarımın böylesi güzel bir ortam ve iftar vesilesiyle nasihatleşmenin de bir parçası olması saadetinde bir hususu paylaşma ihtiyacı duydum. ANESİASD’ın olmazsa olmaz ilkesi meşruiyet. Sadece ANESAD mı? Değil. Tüm kurumlarımızın, kimliklerimizin, yapılarımızın idaa, söylem ve eylemlerimizin, olmazsa olmazı meşruiyetimizdir. Dolayısyla zaman, zemin, ortam, kanunlar, kurallar ne olursa olsun her zeminde meşruiyetimizi korumamız lazım. İlahideki makbuliyetimiz ancak meşruiyetmizle mümkün. Bunu niçin ifade ettim? Meşruiyetimizi koruduğumuz sürece biz bize olarak karlırız. Kendimizden uzaklaşmamız, o zaman yer yüzünde halife olmak misyonunun hakkını verebiliriz. Duruşumuz, çizgimiz, sahih bir zeminde kulluk sınavımızı vermiş oluruz. Ama ben bir tehlikeye dikkat çekmek istiyorum bu akşam.

     1- Meşru olan 2- Meşrulaştırılan... ikisi arasında ki farka değineceğim. Meşru olanı biliyoruz. İşte kuran ve sünnet ya da şer-i şerif dediğmiz zaminde mutabakat ve muavfakatımızı bozmadığımız sürece meşruiyetimiz devam edecektir. Ama bazen bir takım yanlış, gayri meşru işleri insanınımız doğrudan işlemez. Çekini,r imtina eder. Bu defa şöyle bir mekanizma devreye girer. Meşrulaştırma... içini rahatlatma, vicdanen kendini rahatlatmak için günaha, harama düşerken önceden meşrulaştırma zemininin oluşturulması ya da bunun onurunu bulur, bu onuru yakaladıktan sonra o gayri meşru zemini meşrulaştırıldığı için içindeki sıkıntıyı vicdanen azabını bir nebze hafifletmiş olur. Ne demek istiyorum? Ashab-ı Sebt sendromundan bahsetmek istiyorum. Cumartesicilik... cumartesiciler sendromuna atıfta bulunuyorum. Önemli bir mevzu aslında uzatmakta istemiyorum.

     İsrailoğulları Allah’tan bir gün istediler. O gün ibadet günümüz olacak, o gün sadece isitirahat günümüz olacak. Allah günü belirledi. Cumartesi günü yasaklı gün balıkçılıkla geçinen, sahilde yaşayan ve tüm ekonomileri balıkçılık üzerinde... işte sınav o gün başlıyor. haftannn 6 günü balık yok. Yedinci gün, yani Cumartesi günü gelince sahile balıklar akın akın geliyorlar. Ama Allah’a verdikleri söz var. Cumartesi günü balıklara dokunmayacaklar. İşte orada meşrulaştırma mekanizması devreye giriyor. Ne yapıp da işi kitabına uyduracağız? ve balıklara sahip olacağız? Bir defa balıklara idealize oldular. Öyle bir balık sevdası... mutlaka balıksız bir hayatı tasavvur edemeyince bakıyoruz meşrulaştırma zemini beraberinde geldi. Cumartesi günü balıkların dönüş yollarını keseriz. Pazar günü afiyetle yeriz. Peki bu Cumartesi sendromu işi nereye götürdü. Gerçi balıklara sahip oldular. Sonra aşağılık maymunlar oldular. Netice maymunlaşma oldu. Balık sevdası onların belası oldu. Cumartesi sınavı sadece tarihte olmuş bitmiş bir tarih değil. Tüm versiyonlarıyla, tüm cepheleriyle bugün de cumartesicilik sınavına tabi olduğumuzu düşünüyorum.

     O zaman şuna tekrar dikkat çekiyorum. Meşru olanla meşrulaştırılan olanı nasıl ayrıştırırız? Bu bir hassasiyet meselesidir. Özellikle ekonomik hayattaki meşrulaştırmalar, politik hayattaki meşrularşıtmalar ideolojik kültür sanat hayatında meşrulaştırılma, nasıl yaygınlaştırıldığını, islami midir? Yoksa islamileştirdiklerimiz midir? Sorusu önem arz ediyor. Toplumsal ilikşikierimizde hayatın her ünitesinde, islami olanla islamileştirilmiş olanı ayırt etmemiz lazım. Hayatın çekim gücü, dünyanın cazibesi maalesef üzülerek söyleyeyim bir çok gayri  meşruyu meşrulaştırmak noktasında nefislerimiz arzularımız bizi zorluyor. Çevre şartları, ekonmik sistem, her neyse ve sonuçta zaten meşrulaştırmaya yakın hocalarımızda var alimlerimizde var. Ama bunun bir de hesap günü var. İşte bu noktada da hassasiyetimize dikkat edeceğiz. Bir insan bilerek harama, günaha girmez. Harama giren insan çoğu önce meşrulaştırırlar, sonra bulaşırlar. Resulullah (sav) buyurdular ki: Şurası muhakkak ki haramlar apaçık bellidir. Helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında haram veya helal olduğu şüpheli olan durumlar vardır. Ama insanların çoğu bunu bilmezler. Bu durumda kim şüpheli şeylerden kaçınırsa dinini de ırzını da temize çıkarmış olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, zamanla harama düşmüş olur. Haberiniz olsun her melikin, her kralın, her devletin bir yasak alanı vardır. Allah’ın koruduğu da haramlardır. Haberiniz olsun cesetde bir et parçası varki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur. Eğer o bozuk olursa cesedin tamamı bozuk olur. İşte o et parçası kalp... umarım duam o ki kalbi selimle rabbimize gitmeyi rabbim bizlere nasip buyurur. Allaha emanet olun." diyerek sözlerine son vererek mikrofonu devralan

Genel Başkan Niyazi Dilek:

    "Rahmeti mağfireti ve cehennem azabından kurtuluş fırsatları ile bir ramazan iklimini yaşıyoruz. Rabbim cümlemizi nasiplenmeyi nasip etsin ve arınmış kullar olarak bayrama kavuştursun inşallah. Bundan 6 sene önce ANESİAD kurulduğunda, cansuyu verildiğinde bu noktaya geleceğini hayal edememiştik belkide. Şu anda 700’ü aşkın üyemiz ve 10 şehirde örgütlenmesini tamamlamış bir dernekten bahsediyoruz. Bu derneğin kuruluşunda emeği geçen kurucu başkanımız Ali Kılavuz’a teşekkür ediyoruz huzurlarınızda ve o günden bugüne yönetim kurulunda yer alan, eskimeyen dostlarımıza selam ediyor teşekkür ediyoruz. 1 senelik süreçte yeni yönetim kurulu olarak bir takım hedefler koyduk. Bunlardan bir tanesi genel merkezin daha güçlü olması idi. Daha da güçlü hale getirdik. Yine bizi biz yapan değerlerimizden samimiyet ve sevgi üzerine durmak istiyorum. Biz gerçekten gittiğimiz yurtdışı gezilerde ve yaptığımız yurt içi gezilerde ve şu anda burada çok samimi ve sevgi dolu bir grup olarak görüyorum. Şu anda insanımızın yaşadığı sıkıntılar büyük. Toplum büyük bir değişim, dönüşüm geçiriyor. Özellikle yeni nesil çok hızlı gelişiyor. Hızlı büyüyor. Bu insanlara gerek bu baş döndürücü hız içerisinde, başı dönen insanımıza tecrübemizi, terbiyemizi aktarmamız gerekiyor. Bunu sevgi ve samimiyet çerçevesinde yapmamız gerekiyor. Şu anda eskiye göre çok daha fazla üreten, çok daha fazla kazanan, çok daha fazla tüketen bir toplum olduk. Hepimiz için söylüyorum ama daha fazla mutlu olduğumuz söylenemez. Mutluluğun da formülünün bu samimiyetten, sevgiden, ahlaktan, adalaetten geçtiğini düşünüyorum. Bunların olmadığı bir toplumun da mutluluğu yakalabilmesi mümkün değil diye düşünüyorum. Bu duygu ve düşüncelerle yapacak çok işimiz var. İnşallah girişimci ruhumuzla erdemli ve ahlaklı ticari yapılarımızla, istihdamı arttırıcı projelerimizle, çalışmalarımızı devam ettireceğiz. Hepiniz hoşgeldiniz. Hayırlı akşamlar." diyerek sözlerine son verdikten sonra program sona erdi.